Son Güncelleme:
05/12/2019 - 22:38

İçindekiler

Önsöz

Türkiye'de varolan dağcılık örgütleri içerisinde sürekli olarak önder konumunu korumuş, Türkiye Dağcılık Federasyonu'ndan (TDF) bile daha köklü bir geçmişe sahip olmuş, Türkiye'nin bilimsel ve sistematik bir yaklaşımla dağcılık ve kayak eğitimleri veren ilk ve tek doğa sporları okulu olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Dağcılık ve Kış Sporları Kolu'nun (ODTÜ-DKSK) temel eğitim programı dahilinde her yıl tekrarlanan teorik eğitimlerinin ilk ayağı Dünya dağcılık tarihi, Türkiye Dağcılık tarihi, DKSK tarihi ve de son olarak Dağcılığın etik tarafı, diğer bir deyişle "felsefe" adı altında topladığımız DKSK'nın ilkeleridir.

DKSK içinde yürüyüş ve kampçılık ile başlayan ve yıllar süren dağcılık eğitimi sonunda kişi eğer isterse 8000 metrelik Himalaya doruklarına çıkabilecek bir bilgi ve tecrübe seviyesine erişebilmekte veya Türkiye'de bulunan çok ileri zorluk derecesi olan kaya duvarlarına tırmanabilmektedir. Ancak bu somut teorik ve pratik eğitimler ve tırmanışlar dışında, kağıda dökülmesi zor olan bir başka boyut vardır ki, bu da DKSK'da özellikle 1970'lerde şekillenmiş olan dağcılık anlayışı ve pratiğidir. Türkiye'de dağcılık alanında bir "DKSK ekolü" olarak tanımlanan yaklaşımın olması ve diğer tüm dağcılık uygulamalarından farklılık göstermesi de buna bağlıdır.

Dolayısı ile DKSK'da yapılan spor anlayışını bu yaklaşım ve ilkeler zincirinden ayırmak imkansızdır. Yaptığımız sporu tek yönlü olarak görmeyip, ekip anlayışı, çevre koruması, yöre insanlarına saygı gibi konularla beraber algılamak gerekmektedir. Olduğu yerde sayan bir dağcılık anlayışını red ettiğimizden dolayı, bireysel dağcılık anlayışımızı ve Türkiye dağcılığını ilerilere taşımak için geçmişi de bilmek gerekir. Her ne kadar yeni başlayan arkadaşlara önemsiz gözükse de, ileride bu bilgilerin anlamı çok daha belirginleşecektir. Aynı şekilde tamamı ile amatör bir şekilde varlığını 32 yıldır sürdüren DKSK'nın iç yapısını ve işleyişini bilmek gerekmektedir.

Anlatacaklarım bu çerçevede olacaktır. Ancak dağlara bizleri asıl bağlayan duygulaşımları elbette ki burada sizlere anlatmam imkansızdır. Onları ancak yaşayarak elde edeceksiniz. Yine de o coşkuyu bir parça da koklamanız için anlatımın sonunda sizlere bir dizi slayt göstereceğim.

Dağcılık Sporunun Tanımlanması

Dağcılık tanımı günümüzün popüler bir çok terimi ile iç içe geçmiştir. Günümüzde bir çok turizm kuruluşunun kendi yaklaşımlarınca uyguladıkları doğa yürüyüşü (trekking), veya kamplı yürüyüşler (backpacking) bizlerin dağcılık yaklaşımının sadece ufak bir bölümüdür. Dağcılık eğitimlerinde de görüleceği üzere kaya, kar ve buz tırmanışları dağcılık yaklaşımımızın büyük bir bölümünü kaplamaktadır.

Çeşitli yayınlara bakılınca dağcılığın "dağlık bölgelere, ulaşılması zor yüksekliklere tırmanmayı ya da ulaşmayı amaçlayan spor" olarak bir tanım içerdiğini görüyoruz. Dağcılığın uygulandığı yerlerin tanımı ise "...ulaşılması çok zor olmayan alçak tepelere tırmanmadan, deneyim gerektiren arazi ve hava koşullarının son derece ağır olduğu yerlere de..." gibisinden yapılmakta. Bir başka tanımda " dağcılığın uygulama alanı, bütün engelleriyle birlikte karşısına dikilen dağlardır" denilmekte. Dağlara niye tırmanıldığı ile ilgili en yalın tanımlama ise "...çünkü orada oldukları için"dir.

Kendi tanımlamamızı yapmamız gerekirse şu geniş tanımlama sanırım uygun olurdu: Doğanın henüz insanlar tarafından sömürülmeden varolabilmiş tek coğrafi bölgesi olan dağlık bölgelerde, sportif bir yaklaşımla, ekip anlayışıyla, tüm emniyet kurallarının dağcının bilgi ve deneyimi ile bütünleştirilerek, doğa ile bir savaş halinde değil, aksine doğa ile uyum içerisinde, her türlü arazi ve iklim koşullarında yaptığı yürüyüş, tırmanış, kayak ve diğer aktivitelerinin tamamı dağcılıktır.

Dünya Dağcılık Tarihi

Çağdaş anlamda dağcılık sporu ilk defa Avrupa'nın en yüksek doruğu olan Güney Doğu Fransa'da bulunan Mont Blanc'a (4807 mt), 1786 yılında biri doktor iki Fransızın tırmanması ile başlamıştır. Araştırma ve askeri amaçlı tırmanışların yapıldığı 19. yüzyılın ilk yarısından sonra, 1850 ile 1860 arasında ısviçre'deki tüm zirveler birbiri ardına dağcılar tarafından tırmanılmıştır. Alpler'in en zor zirvesi olan Matterhorn'a ise 1865 yılında tırmanılabilmesi ile, Avrupa dağcılığının altın çağı olarak tanımlanan dönem kapanmıştır. Daha sonra yüzyılın sonuna kadar Orta Avrupa'nın tüm zirvelerinin zor rotaları başarı ile tırmanıldı. Aynı zamanda 20. yüzyıla girene kadar Güney ve Kuzey Amerika dağları, Kafkas dağları, Orta Afrika dağlarına tırmanışlar ve de Himalaya'lara keşif ekspedisyonları düzenlendi. And dağlarının en yüksek doruğu Aconcagua'ya (6960 mt) 1897'de, Kuzey Amerika'da Grand Teton'a (4190 mt) 1898'de, Alaska'da St. Elias'a (5489 mt) 1897'de ve K. Amerika'nın en yüksek doruğu Mc Kinley (6194 mt) doruğuna se 1913'te tırmanıldı.

20. yüzyılın ilk yarısı ıngiliz, Fransız ve ısviçrelilere ek olarak diğer ulusların dağcılarının tırmanışları ile geçti. En önemli tırmanış ise Orta Asya'da Pamir sıradağlarında Komünizm doruğuna (7495 mt) yapılan tırmanıştır. ıki Dünya savaşının yol açtığı belirgin durgunluktan sonra, bir "ilk tırmanış" 1950 yılında Himalayalar'ın önemli doruğu olan Annapurna I'in (8138 mt) Fransızlar tarafından yapılmasıydı. Hemen arkasından ise diğer 8000'likler tek tek dağcılar tarafından tırmanıldı: 1953'te Nanga Parbat (8138 mt) Almanlar tarafından; 1954'te K2 (8681 mt) ıtalyanlar tarafından; 1955'te Lhotse (8516 mt) ısviçreliler tarafından, Makalu (8463 mt) ise Fransızlar tarafından tırmanıldı. Bu tırmanışlar arasında en çok sansasyon yapanı ise Edmund Hillary ve Tenzig Norgay'ın Dünyanın en yüksek doruğu Everest'e (8848 mt) 29 Mayıs 1953 tarihinde Güney-Güney Doğu rotasından tırmanışları olmuştur.

1960'larda tırmanılmış tüm Avrupa ve Amerika doruklarının kış koşullarında en zor rotaları denenmiştir. Bu tırmanışların en sansasyoneli ise 1970 yılında Amerikan Sierra Neveda dağlarında 914 mt.'lik El Captain rotasının 27 günde Amerikalılar tarafından tırmanılması olmuştur. Daha sonra ise tırmanışlar daha çok koşulların zorluklarının arttırılması, denenmemiş rotaların tırmanılması, tüm kıtaların en yüksek doruklarına tırmanmak gibi çeşitlemelere uğramıştır. Bu arada yüksek ırtifa dağcılığının en önemli ismi Reinhold Messner, Peter Habbler ile 1978 yılında ilk defa "ölüm sınırı" olarak tanımlanan 8000 metreyi ek oksijen kullanmadan aşarak Everest'e tırmanmıştır. Daha sonra Messner 8000 metrenin üzerindeki 14 doruğa da tırmanabilen ilk insan ünvanını almıştır.

1980 sonrası dağcılığın iyice popülarize edildiği dönem olmuştur. Avrupa'da ve Amerika'da milyonlarca insan dağlarda dolaşmaya başlamıştır. Dağcılık malzememlerindeki teknolojik ilerleme, dağlara ulaşımın kolaylaştırılması bu yaygınlığın temel etkenlerinden olmuştur. Artık Mont Blanc'ın çıkış rotasında patika üzerinde ekiplerin kuyruk oluşturduklarını görmek mümkündür. Himalayalarda ise dağlara rezervasyon ile tırmanabilmektedir. Artık birçok turizm firması kanalı ile yüksek irtifa yürüyüşleri ile 8000'liklerin eteklerinde bir kaç bin dolara dolaşmak mümkündür. 2000 yılına kadar rezervasyonun dolu olduğu Everest ise artık zirvede buluşan yüzlerce dağcıya, canlı televizyon yayınlarına, paraşüt ile, kayak ile iniş yapan insanlara tanık olmakta, bir de tüm bu hareketliliğin sonucu olarak inanılmaz bir kirlenme ile karşı karşıyadır. Dağların bu kadar kalabalıklaşması tabii ki sadece kirlenmeyi değil aynı zamanda da kazaların artmasını getirmektedir. Fransa gibi dağcılığın yoğun bir şekilde yapıldığı yerlerde yıllık ölümcül kazalar yüzlerle ifade edilmektedir artık.

Türkiye Dağlarımız

Türkiye, özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgeleri ile çok zengin bir dağcılık imkanı sunmaktadır. Türkiye'de 3000 metrenin üzerinde bir kaç yüz doruk bulunmaktadır. Ancak Doğu ve Güney Doğu'da yaşanan silahlı olaylardan beri on yıldan beri bu bölgeler kademeli olarak dağcılığa kapanmıştır. Dolayısı ile bu bölümde şu anda (1995) aktif olarak tırmanılabilen dağlar ve bilgi amacıyla da Doğunun başlıca dağlarından söz edeceğim.

Batı Anadolu'da Bursa'da 2543 mt ile Uludağ, Bolu'da 2378 mt ile Köroğlu, Ilgaz'da 2565 mt ile Büyük Hacettepe, Salihli'de 2157 mt ile Bozdağ, Honaz yakınlarında 2571 mt ile Honaz, Dinar yakınlarında 2737 mt ile Barla ve Beyşehir yakınlarında 2900 mt ile Dippoyraz dorukları başlıcalarıdır. Bunun yanında Antalya bölgesi dağcılık açısından çok zengin bir yöredir. Antalya, Kaş ve Kumluca üçgeni içerisinde bulunan ve genel adı ile Beydağları adı verilen sıradağların dağcıların yoğun uğrak bölgesidir. Bu yörenin başlıca dorukları Akdağ (3024 mt), Kızlar sivrisi (3086 mt) ve Tahtalı'dır (2350 mt).

Orta Anadolu'da Niğde il sınırları içerisinde iki adet sıradağ grubu vardır. çamardı ilçesi yakınlarındaki Aladağlar Türkiye Dağcılığının arenası konumundadır. Sayısız dorukları, uzun kaya duvarları, kaya antrenmanları için çalışma vadileri ile kusursuz bir dağcılık bölgesidir. Dipsizgöl - Narpuz, Yedi Göller, Emli ve Vay vay olarak dört ana bölgeye ayrılır. Başlıca dorukları B.Demirkazık, Direktaş, Kızılkaya, Kızılyar, Alaca ve Kaldı'dır. B. Demirkazık bloğunun Kuzey yüzü 650 metrelik bir kaya duvarından oluşmaktadır. Ulukışla yakınlarındaki Bolkarlar 3500 metre civarındaki dorukları ile zengin bir dağcılık ortamı sağlamaktadır. Başlıca dorukları Er, Eğer, Kızıldöküt, Keşif ve Medetsiz'dir. Bu bölgede ayrıca Aksaray'da 3258 metrelik Hasan Dağı ve Kayseri'de 3916 metrelik Erciyes dağı bulunmaktadır.

Doğu Karadeniz dağları yeşillik ile kucaklaşmış olduklarından dağcılar ve yürüyüşçüler tarafından çokça gidilen yerlerdir. Gümüşhane'den başlayarak Artvin'e kadar 3000 metrenin üzerinde uzanan Doğu Karadeniz sıradağları sırtı birçok zirve bulundurmaktadır. Dağcıların uğradıkları ise dört ana bölge vardır. Rize çamlıhemşin üzerinden gidilen bu bölgeler Verçenik grubu, Kaçkar grubu, Bulut grubu ve Altı Parmaklar grubudur. Başlıca dorukları Kaçkar (3937 mt) ve Verçenik'dir (3711 mt).

Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da Erzincan'da 3500 metre civarındaki Munzur ve Keşiş dağları 1980'den beri tırmanışa kapalıdır. Türkiye'nin en güzel buzullarını barındıran Hakkari'deki Cilo - Sat sıradağları 1984'ten beri tırmanışa kapalıdır. En yüksek doruğu 4168 metrelik Cilo dağıdır. Van gölü kıyısında bulunan Nemrut ve Süphan dağları ile Türkiye'nin en yüksek doruğu Büyük Ağrı (5168 mt) ve Küçük Ağrı dağları ise 1991'den beri tırmanışlara kapalıdır. Ağrı dağı, Erciyes, Kaçkar ve Cilo dorukları ile beraber Türkiye'de bulunan tek gerçek buzulları barındıran doruklardır.

Türk Dağcılık Tarihi

Türkiye'de gerçekleştirilen ilk tırmanış 1829'da bir Alman tarafından yapılan Ağrı tırmanışıdır. Daha sonra yine yabancılar tarafından 1846'da Kaçkarlar'da, 1901'de Aladağlar'da ve 1931'de Cilo ve Sat dağlarında ilk ekspedisyonlar düzenlenmiştir. ılk Türk dağcılık çalışmaları ise I. Dünya savaşı sonrasında askeri amaçlı yapılmıştır. Kayıtlarda yüzyılın başında Türküstün'ün Mont Blanc tırmanışı sonrasında, Türkiye'de gerçekleştirilen ilk Türk tırmanışı Miralay Cemil Cahit Bey'in 1924'te Erciyes tırmanışı olarak geçmektedir. 1927'de kurulan Eğridir Dağ Komando okulunun girişimleri ile 1928 yılında Türk Dağcılık Cemiyeti altında ilk örgüt kurulmuştur. 1939'da ise Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü bünyesinde Dağcılık ve Kış sporları Federasyonu oluşturulmuştur. Bu federasyon 1967 yılında Türkiye Dağcılık Federasyonu ve Kayak Federasyonu olarak ikiye ayrılacaktır

İlk Federasyon başkanı olan Latif Osman çıkıgil ile Muvaffak Uyanık, Asım Kurt, Bozkurt Ergör ve Muzaffer Erol Gez Türkiye dağcılığının gelişmesinde çok önemli rol aynamışlardır. Bu arada 1950'lerde tüm Aladağlar'daki rotalar ıtalyan, Polonyalı ve Alman dağcılar tarafından tırmanıldı. 1960'larda da bir çok doruk zor rotalarından tırmanılmış oldu. 1970'ler ise daha çok Türk dağcıların başarılarına sahne oldu. özellikle de kış tırmanışlarında Türk dağcıları ilklere imzalarını attılar: Bozkurt Ergör ve Sönmez Targan Demirkazık'a, Bozkurt Ergör Ağrı'ya, Yalçın Koç (ODTÜ-DKSK) Reşko'ya ve Kaçkar'a, ve Hüseyin özbek'le (ODTÜ-DKSK) Kaldı'ya başarılı kış tırmanışları gerçekleştirdiler. 1980'lerin son yarısından günümüze kadar teknik tırmanışları ve dorukların zor rotaları bir bir Türk dağcıları tarafından başarı ile tırmanıldı. Bunlardan bazıları Direktaş ilk kış tırmanışı Batur Kürüz, Demirkazık Batı rotası ilk kış tırmanışı Ertuğrul Melikoğlu ve arkadaşları, Demirkazık Kuzey duvarı ilk solo tırmanışı Ertuğrul Melikoğlu, Demirkazık Kuzey duvarı ilk kadın tırmanışı Burçak özoğlu (ODTÜ-DKSK), Kaldı Kuzey duvarı ilk kış tırmanışı ve Alaca Kuzey duvarı ilk tırmanışı Erdem Tuç (ODTÜ-DKSK), Serhan Poçan (ODTÜ-DKSK) ve Salim Kayhan tarafından gerçekleştirildi.

Yurt dışı etkinliklerinde ise ılk Tırmanışlar TDF eski başkanı Mecit Doğru tarafından gerçekleştirildi. 1980 yılında Kafkaslar'da Elbruz dağı (5642 mt), 1983 yılında (Halil Alpay ile) Lenin doruğu (7134 mt) ve 1985'te Komünizm doruğu (7495 mt) Doğru tarafından ilk Türk tırmanışları gerçekleştirilen doruklardır. 1990'larda ise TDF'nin girdiği uluslararası ilişkiler ve ayırdığı ödenek sayesinde Tien-Shan / Tanrı dağlarına iki ekspedisyon düzenlenmiştir. Ayrıca ıran Demavend dağına da iki adet ekspedisyon düzenlenmiştir. Son olarak da 1995 yılı içerisinde ilk defa TDF dışında ODTÜ-DKSK Alman Dağcılık Federasyonu (DAV) ile Almanya'da ortak etkinlik düzenlemiştir. Sponsorluk sayesinde düzenlenen etkinlikler de 1995 yılında büyük boyutlara ulaşmış ve bu sayede Alper Sesli Kenya'da Kilimanjero'ya, Nasuh Mahruki ise Orta Asya'da 5 büyük zirveye tırmandıktan sonra Everest'e tırmanan ilk Türk ünvanlarını elde etmişlerdir.

Türkiye'de Dağcılık örgütlenmeleri bir kaç değişik şekildedir. Bunlar üniversite kulüp ve toplulukları, bağımsız dernek ve kulüpler, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne bağlı ıl Dağcılık temsilcilikleri ve Türkiye Dağcılık Federasyonu'dur. Maalesef TDF isminde de belirtildiği gibi tüm bu örgütlerin bir üst federatif çatısı olmaktan uzak, herhangi bir kulüpten farksız çalışmalarını sürdürmektedir. ıl temsilcilikleri de aynı şekilde illerinde bulunan örgütlerin toparlayıcısı olmaktan epey uzak konumdadırlar. örgüt açısından kağıt üzerinde onlarca kurum olmasına karşın sadece bunlardan birkaçı Türkiye Dağcılığında söz sahibidir. Dağcılık örgütleri açısından en kalabalık şehir ise Ankara'dır.

ODTÜ-DKSK Tarihi

DKSK 1963 yılında o dönem varolan öğrenci Birliği'ne bağlı olarak kayak ağırlıklı olarak hayata geçmiştir. Daha sonra 1968 yılında bugünkü yapısına kavuşmuş ve doğrudan rektörlüğe bağlı olan spor müdürlüğüne bağlanarak çalışmalarına devam etmiştir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ODTÜ'de bulunan tüm topluluklar gibi yaşadığı 2 yıllık zorunlu kapatma dışında DKSK 32 yıldır etkinliklerini Türkiye'nin en aktif dağcılık örgütü olarak sürdürmektedir. Kayıtlardaki ilk tırmanış Ağrı dağına 1966 yılında yapılan tırmanıştır. 1968 yılında üye öğrencilerin ve bugün de bekçisi olan "Şükrü Dayı"nın çalışmaları ile inşaa edilen Elmadağ dağevi ise DKSK'nın etkinliklerine bir ivme vermiştir. Bu dağevi daha sonra 1990 yılında bir genişletme projesi çerçevesinde neredeyse tamamen yıkılmıştır. Yeni yapı işlevsel olarak çok daha uygun olmasına rağmen, eski dağevinin sempatik, sportif havasını yakalayamamış, ayrıca rektörlüğün kimi keyfi kısıtlamaları ile DKSK'lı sporcuların kullanımına sınırlama getirilmiştir.

1970'ler ile dağcılık çok büyük bir ivme ile DKSK'ya girmiştir. Kalabalık gruplar halinde tırmanışlar başlamış ve Türkiye'de dağcılık sporu ilk defa geniş kitleler ile tanışmaya başlamıştır. Özellikle başta Demirkazık olmak üzere Niğde Aladağlar'ın tüm doruklarına yoğun tırmanışlar düzenlenmiştir. İleri teknik seviye tırmanışlarında da özellikle Yalçın Koç tarafından başarılar elde edilmiştir. Reşko ve Kaçkar ilk kış çıkışlarının yanında, biri kayaklı iki ayrı DKSK'lı ekibin 1972 yılında Kaldı ilk kış çıkışını gerçekleştirmeleri Türkiye Dağcılık tarihinin de önemli tırmanışlar listesine girmelerini sağlamıştır. Bu tırmanışların o günkü Türkiye dağcılığının durumunu göz önüne alarak haklı "alaturkalığı", yani bilinçli bir eğitimden yoksunluğu, emniyet kurallarının dikkate alınmaması gibi konular yaşanan acı bir kaza ile tekrar gözden geçirilme gerekliliği doğurmuştur. 29 Nisan 1975'te B. Demirkazık Batı rotasında Peck kulvarında yaşanan bir çığ kazası sonucu Rezzan Oksar ve Faruk Süner adlı DKSK'lılar yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu kaza sonrasında yavaş yavaş eğitimin ciddiyeti üzerinde durulması, daha küçük gruplar halinde tırmanışlara gidilmesi gibi önlemler alınmaya başlanmıştır. Bu arada düşünce ayrılığından dolayı Yalçın Koç ve Kaşif Aladağlı'nın başını çektiği bir grup DKSK'dan ayrılarak 1975 yılında daha sonradan Türkiye'nin en önemli örgütlerinden biri olacak olan Anadolu Dağcılar Birliği'ni (ADB) kurmuşlardır. 1975 - 1980 arasındaki dönemde bir taraftan bilimsel ve sistematik eğitim uygulamaya geçirilirken, diğer taraftan da kitle sporu anlayışı, dağlardaki ekip anlayışı, paylaşımcılık ve kol içi demokrasi gibi kavramlar da yerleştiriliyordu. Daha sonradan değinilecekk olan "kol felsefesi" de bu dönemin bir ürünüdür. Aynı dönem belediyeler ile işbirliği ile doğa yürüyüşlerini geniş halk kitlelerine tanıtma, dağcılığı diğer üniversitelerde de kurmak gibi çalışmalara sahne oldu. Hacettepe üniversitesi Dağcılık ve Doğa sporları Kulübü (HÜDDOSK), bu dönemde DKSK'nın yoğun yardımları sayesinde yaşama geçmiştir.

1980 ile 1982 arasında kapatılan DKSK, daha sonra ilk önce kayak branşı ile, sonradan da 1984'te dağcılık branşı ile tekrar yaşama geçmiştir. Sonraki beş yıl DKSK'nın tekrar örgütlenme, eğitimin tam etkin olarak yaşama geçirilmesi ve tekrar eski ilkelerin aktarımı ile yeni bir dağcı nesli yaratmak için çalışmalarla geçti. 90'larda ise bu hedeflerin tamamına erişilmiş bir şekilde ileri seviye tırmanışlara yönelinmiştir. Bu arada Uludağ'da satın alınan yeni bir kayak merkezinin devreye sokulması kayak çalışmalarına kısmi destek sağlamıştır. 1993 yılında hizmete sokulan Türkiye'nin ilk ve tek yapay kaya duvarı ODTÜ kampüsünde hizmete açılmış ve kış aylarında da yoğun bir kaya antrenmanı imkanı sağlanmıştır. 1994 yılında da DKSK kökenli dağcıların bir "üst sivil örgüt" tanımı altında Orta Doğu Dağcılık ve Doğa Sporları Derneği'ni (ORDOS) kurduklarını da görebilmekteyiz.

DKSK 1995 yılında, bir taraftan yılda 300'den fazla kişiyi sistematik ve aşamalı bir eğitime dahil ederek, aynı anda üç değişik seviyede dağcı grubuna etkinlik organize edip Türkiye'de bu çapta ve yoğunlukta eğitim veren tek örgüt konumunu korumakta, diğer yandan da "ilk kış, duvar ve kadın" tırmanışları ile Türkiye Dağcılığının motoru konumunu sürdürmektedir. Diğer taraftan Ankara Dağcılık ıl ajanlığı tamamı ile DKSK'nın katkısı ile yürümekte, TDF'ye ise Yönetim Kurulu'nda iki, Eğitim, Yüksek ırtifa ve Kurtarma kurullarında ise dört üyesi ile destek vermektedir. Karadeniz üniversitesi gibi birçok üniversiteye eğitim, teknik destek ve ortak etkinlik gibi konularda yardımcı olmaktadır. Türkiye'nin ilk ve tek Dağ arama ve Kurtarma sistemini ise ORDOS ile ortak olarak yürütmeye hazırlanmaktadır bu günlerde. ODTÜ içerisinde ise rektörlüğün her türlü maddi ve manevi engellemelerine karşın, en çok üyesi olan ve en yoğun bir şekilde çalışmalarını sürdüren öğrenci örgütlenmesi konumundadır. Yıl boyu düzenli olarak antrenman yapan tek spor topluluğudur. Bu yüzden salt spor amacı ile antrenmanlara DKSK'lı olmayan insanlar da katılmaktadır.

DKSK Örgütsel Yapısı ve Eğitim Sistemi

Örgüt yapısı, Genel Kurul (GK), Dağ, Kayak ve Basın Yürütme Kurulları (YK) ve Denetleme Kurulu (DK) adları altında üç ana alt yapıdan oluşmaktadır. GK aktif tüm üyeleri kapsayarak en yüksek karar alma organı niteliğindedir. Her sene yapılan olağan toplantısında YK ve DK üyelerini kapalı oy, açık sayım usulü ile seçmektedir. YK bir sene boyunca tüm üyeler adına o GK toplantısında alınan ana ilke kararları doğrultusunda yürütsel görevini yerine getirmektedir. Etkinliklerini de görev süresi boyunca atadığı çeşitli alt kurullar yardımı ile gerçekleştirmektedir. Kayak ve Dağcılık YK'ları tüm etkinliklerini tecrübeli ve eğitim konusunda deneyimli sporculardan oluşan Teknik Kurullar (TK) koordinasyonunda yürütürler. Daha önce YK üyeliği yapmış kişilerden seçilen DK ise, YK'nın aldığı kararların kol tüzüğüne uygun olup olmadığını denetlemektedir.

Tüm kurulların düzenli ve diğer üyelere de açık olarak yaptıkları toplantıların yanında, kol içi iletişim hem ODTÜ yerleşkesindeki kol odası aracılığı ile, hem de haftada üç gün kol antrenörü koordinasyonunda gerçekleştirilen antrenmanlarla sağlanmaktadır. Böylece sene boyunca her hafta bir etkinlik ile dolu olan programın ve katılım listelerinin izlenmesinin yanında, yeni başlayan arkadaşların devam etmelerinde çok önemli bir rol oynayan sosyal kaynaşma da sağlanmaktadır.

Temel olarak yapı tek bir kişi veya gruba bağlı olmaktan öte, yoğun bir katılım ve dayanışma üzerine kurulmuştur. Böylece Türkiye'deki diğer örgütlerde olduğu gibi yeni görüşlerin doğmasındaki çıkmaz engellenmiş ve dağcı adaylarının bu spora bağlanmaları, örgütün bir parçası olduklarının hissettirilmesi ve sahip çıkmalarının sağlanması mümkün kılınmıştır.

Yasal olarak DKSK, Rektör Yardımcılığına bağlı olarak çalışan Spor Müdürlüğü altında çalışmalarını sürdürmektedir. üniversite yönetimi ile ilişkiler ise kol akademik danışmanı tarafından yürütülmektedir. Fakat ilişkilerin yönlendirilişi ve kararı tamamı ile YK tarafından belirlenmekte, akademik danışman ise gerektiğinde danışmanlık yapmaktadır. Dolayısı ile kol içi politika ve diğer dağcılık örgütlenmeleri ile olan ilişkiler açısından ise DKSK tam anlamı özerktir.

Dağcılık sporunu daha geniş kitlelere yayma ve dağcılığı bilimsel olarak yapma düşüncelerini, ilkelerinin başında kabul ettiği DKSK, yoğun bir eğitim programı ile hem her sene yeni başlayan 300'den fazla dağcı adayına temel eğitimi tüm ayrıntıları ile teorik ve pratik zeminde vermekte, hem de bir yıldan daha eski ve temel eğitimini tamamlamış dağcılara ileri bir kaç seviye ve dalda eğitimini de sürdürmektedir.

Eğitim sistemini incelersek, tam olarak yerleşmemiş olması ile beraber, sistemi temelde eğiten eğitilen ilişkisi üzerine kurulu ve kişilerin eğitim seviyelerine bağlı bir piramide benzetebiliriz. Sistem insanları dağcılık eğitim seviyelerine göre sınıflandırarak, yeni başlayan dağcı adaylarının temel eğitimlerinin, eğitim vermeye istekli ve yatkın bir üst eğitim sınıfına ait dağcılar tarafından verilmesine dayanmaktadır. Aynı şekilde bu eğiticilierin eğitimleri de bir üst eğitim sınıfındaki dağcılar tarafından verilmektedir. Böylece belli bir eğitim seviyesini aşan kişilerin çok fazla vakit ve emek alan temel eğitimle ilgilenmelerine gerek kalmamaktadır. Ayrıca, dağcılığa devam etme süresinin artması ile kalan insan sayısının büyük ölçüde düştüğünü düşünürsek, eğitici kadroların zamana bağlı olarak kendi eğitim ve gelişmelerine gittikçe daha fazla vakit ayırabildiklerini ve böylece eğiticiliğin doğurduğu "gelişmenin duraklamasının" da önlenmiş olduğunu görmekteyiz.

Bir çeşit dağcılık okulu konumuna bürünmüş olan DKSK uygulamaya çalıştığı bu eğitim sistemi ve sportif yaklaşımını, bilimsellik ve aşamalılık ile bütünleştirmiş durumdadır. Kimsenin kendi gelişimini, eğitimini ve dağcılık yaşantısını etkilemeyecek şekilde ve usta - çırak ilişkisine girmeden, bir çeşit "tecrübeli ve eğitimli" dağcıların, daha az "tecrübeli ve eğitimli" dağcılara bilgilerini aktarmaları yolu ile oluşturulmuş bir sistemdir. Böylece hem üniversite ortamından doğan aşırı dinamik yapı DKSK'nın devamı için bir olumsuzluktan olumluluğa çekilmiş, hem de yöneten yönetilen ikilemine girilmesi engellenerek kol içi demokrasinin hayat bulması sağlanmıştır.

Uygulanmakta olan temel eğitim sisteminde, dağcı adaylarının temel dağcılık eğitimlerinin verildiği etkinliklere katılımları zorunlu kılınmakta, zorunluluk da aşamalılık ile sağlanmaktadır. örneklemek gerekirse kampçılık temel eğitimine katılmış kişiler, kış dağcılığı temel eğitimine katılamamaktadır. Sonuçta dağcı adayı, eğitim etkinliklerini başarı ile tamamladıktan ve teorik derslere de katılıdıktan sonra ancak dağlara gidebilmektedir. Böylece sadece, yapılan dağcılığın bilimsel olgulara dayandırılması değil, aynı zamanda da dağlarda sürekli karşılaşılabilecek tehlikelerin, eğitim etkinliklerinde kontrol altına alınmış bir şekilde insanlara gösterilmesi ve tecrübe kazandırılması sağlanmaktadır.

DKSK Felsefesi

Türkiye dağcılık ortamında "DKSK ekolü" olarak dile getirilen dağcılık anlayışına veya kendi aramızda kullandığımız tanımlanması ile "DKSK felsefesini" somutlaştırırken bu düşüncelerin özüne de gitmek gerekmektedir. Bu düşünceler en temelde ODTÜ'lülükten kaynaklanmaktadır. 1960'ların sonlarından itibaren şekillenen "barış, eşitlik ve dayanışma" kavramları ODTÜ'de bulunan akademik ve akademik olmayan tüm yapılanmalarda kendisini hissettirmiştir. Bu düşünceler uygulama alanında bilimin, sporun, kültürün evrensel boyutlarda çağdaş kavramlarla geliştirilmesi ve geniş kitlelere ulaştırılması konularında kendilerine yer edinmişlerdir. Daha sonra ilki 1971'de, ikincisi ise 1980'de yaşanmış iki askeri darbe, bu düşüncelerden yola çıkmış yurtsever, ilerici, demokrat ve devrimci oluşumları bahane ederek, ODTÜ'de çok ileri boyutta baskı kurarak ODTÜ'lü dayanışmasını kırmak ve bu düşünceleri yok etmeye çalışmışlardır. ılki bu yaklaşımında başarılı olamamıştır, fakat maalesef ikincisi için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. ODTÜ-DKSK ise işte bu karanlık dönemlerden geçerek bu güne 70'lerin "kitle için kitle ile spor" sloganını, ODTÜ ruhu ile taşımış bir demokratik öğrenci örgütlenmesidir.

DKSK spora yaklaşımını biraz önceki yaklaşım doğrultusunda dört ana başlık altında toplamaktadır: Sportiflik, bilimsellik, paylaşımcılık, kitlecilik. Sportiflik ile yaptığımız aktivitenin sportif bir aktivite olduğunu, dolayısı ile gerekli fiziksel hazırlıkların antrenman, ilgili yayınların okunması, beslenmemizin, yürüyüşümüzün, tırmanışımızın da bu yaklaşıma göre yapılması gerektiğini vurgulamaktayız. Bilimsellik ile doğaya çıkmadan önce ciddi bir eğitimden geçilmesi gerekliliği, bu eğitimin de bilimsel çalışmalara dayandırılarak gerçekleşmesinden söz etmekteyiz. Paylaşımcılık ile dayanışmacı yaklaşımımız vurgulanmakta, dağlarda tam bir ekip anlayışı ile hareket ettiğimiz belirtilmektedir. Kitlecilik ile ise yaptığımız aktiviteleri kütle sporu anlayışı ile karıştırmadan bir avuç insan yerine mümkün olan en fazla insan grubuna hitap ettirip, sevdirmek vurgulanmaktadır.

DKSK'nın en önemli aktivitesi olan ve Türkiye'de bu çapta ilk ve tek olan eğitim anlayışı, aşamalılık ve sistematiklik üzerine kurulmuştur. DKSK tam anlamı ile demokratik bir örgütlenmedir. Bu sadece Genel Kurul toplantılarında seçim sırasında oluşan bir demokratiklik değildir. Yıl boyu süren kol içi tartışmalarda ve etkinlikler sonrasında yapılan etkinlik toplantılarında da kendini göstermektedir. Doğaya çıkıldığı zaman doğaya saygı sadece bir çevre korumacı anlayışla değil aynı zamanda onun bir parçası olduğumuzun bilinci ile ona bir saygı, hatta bir öze dönüşü içermektedir. Etkinliklerimizde dağların bir parçası olan uğradığımız bölgelerin insanlarına da sadece bir "rahatsız etmeme" anlayışı ile değil, aynı zamanda da karşılıklı bir dayanışma düşüncesi ile yaklaşmaktayız. Dağlardaki birlikteliğimiz ise geliştirilmiş bir özdisiplin ile bütün olarak ekip içi uyumun sağlanması yönünde olmaktadır.

Son olarak DKSK bireysel özgürlük ile bencilliğin, öz disiplin ile baskının, dayanışma ile sömürünün birbirine karıştırılmadığı, dağların havası, suyu, yaşayan tüm varlıkları, geçmişi, geleceği ile bütün görüldüğü, dağlardaki birlikteliğin, iç uyumun, dağlarla olan uyumun arınma, özgürleşme yolunda bir yolculuk olduğu bilinçli bir oluşumdur.

Kaynakça

  1. AnaBrittanica, Cilt 6, s. 547-548
  2. Moutaineering The Freedom of The Hills, The Mountaineers
  3. 80'lerde DKSK, Mete Hacaloğlu, DKSK kütüphanesi
  4. Eğitim ve örgütlenme modeli, Mete Hacaloğlu, 1991 ODTÜ Dağcılık sempozyumu bildirisi